27 Mayıs 2013 Pazartesi

bakıcı krizi, oyun okulları, ve ve ve, kafam yine allak bullak...


Yine bir bakıcı krizindeyiz. Bakıcımız, bu sefer ailesel bir sağlık sorunu yüzünden bizi bırakmak üzere... Aslında hiç istemiyoruz. İki göz iki çeşme ağlar haldeyiz... ama konu sağlık olunca birşey gelmiyor elden... Ağustos ayında ayrılacak bizden... O arada el birliği ile Zeynoş'u emanet edecek bir teyze bulacağız...

Radarları açtık ,her yeri aramaya başladık...

Bu arada şirketten bir arkadaşımdan Mature'yi duydum. Bakıcı değil ev öğretmeni buluyorlarmış. Bu arkadaşım 4 yıldır burası ile çalışıyor ve kızına bakan ev öğretmeninden çok ama çok memnunlar. Hatta verdikleri para bana biraz çok geldi, "Cansu kadın daha çok istese, daha çok veririm" dedi :)

Bunun üzerine ben de aradım Mature'yi, ama bana biraz fazla reklamasyon geldi... Öncelikle amaçlarının ev öğretmeni bulmak olmadığını, pedagojik danışmanlık yapmakta olduklarını söylüyorlar. Bu sebeple her görüşme ücretli.  Pedagojik destek alırken, eğer o esnada, bizimle uyumlu, bize yakın oturan, bizim koşullarımız ile çalışabilen bir ev öğretmeni bulurlarsa eşleştiriyorlarmış. 

Şuanda ellerinde boşta hiç ev öğretmeni yokmuş, yaz sonu itibari ile boşalacak biri de yokmuş, ama size birini bulabilmemiz için pedagojik danışmanlık alıyor olmalısınız, aksi halde bir ev öğretmeni boşa çıksa bile öncelik pedagojik danışmanlık alan ailede olacak diyor. Valla kafamı karıştırdılar… Henüz ilk görüşme için gün almadım… yani bu sisteme dahil olup olmamaya henüz karar vermedim. Zaten bizim her durumda, en geç ağustos ayında yeni bir teyze bulmuş olmamız gerekiyor Zeyno için… Mature’den o zamana kadar ev öğretmeni çıkmayacağı kesin…

Bir de eğitimci bir arkadaşım var Beroş’un annesi Nihal… O da evde hiçbirşey öğrenmiyor bu çocuklar, acaba 2 yaşında kreşe versek mi dedi, kafamı iyice allak bullak etti… Buaralar gece gündüz, aklım fikri bu işte… 

Bir yandan da şu oyun okullarını araştımaya başladım... Kuzu için birşeyler yapıyor olmak istiyorum. Nihal, my gym'e götürüyor Beroş'u haftasonu 1 gün, ayrıca haftaarası da ücretsiz dersler var, eğer mesai saatini uydurursan gidebileceğin. Beroş çok seviyormuş burayı. 

Happy nest adında bir yer duydum, atolyeler ve seminerler ile ilgili bilgi almak üzere mail gönderdim. Bakalım onlardan haber bekliyorum.

Eee tabi bir de gymboree var... biraz sosyetik ama bu işin en iyisi olduğu iddiasında...

Valla kuzu için birşeyler yapıyor olmaya başlamak lazım sanırım.

Sitede oturuyoruz, parkımız bahçemiz var diyoruz ama benim gözlemlediğim bu çocuklar, ne bakıcılarından gerçekten faydalı birşeyler öğreniyorlar, ne de parkta paylaşmayı öğreniyorlar, çocuklar bakıcıları ile ayrı ayrı oynuyor... Zaten park desen park değil, 3 tane salıncak, 2 tane kaydırak... Bir tane kum havuzu var ama sağolsun Şişli Belediyesi sahipsiz köpeklere iyi bakılıyor diye aşılarını vurdurup bizim siteye fırlattığı için, kum havuzları köpeklerin dışkı yuvası... :(

Bu iş böyle olmayacak, bu işi çözüp rahat uykular uyumaya başlamam lazım bir an önce... Anne baba deliler gibi çalışıyoruz, şu hayatta bir tanecik kızımız, herşey ama herşey onun için en iyisi olmalı...

Bisikleti parkta bir abladan çalmış, ayağı bile uzanmıyor, ama inmem inmem, menim menimmm (benim demek oluyor yani)

Lego lego lego... illa Lego


İlker’in çok sevdiği bir yöneticisi var... Yıllardır anlatır, Cansu adam her gittiği her yerden oğluna hediye Lego alıyor, çocuğun odasını bir görsen her yer Lego diye, nasıl özenir nasıl özenir.

Bizim de ilk Zeyno’suz yurtdışı tatilimizdi Barselona… Zeyno hanıma aldığımız hediyelerden biri de Lego oldu. Aslında ben ilk Lego’sunu şirket için gittiğim Lego’nun ana vatanı Kopenhag’dan almıştım, ama İlker çok heves etti, ben gittiğim her yerden bir tane Lego almak istiyorum kuzuya diye… biz de aldık bir tane, Sirk konseptli. 2-5 yaş arası, iyi ki de almışız…

Malumunuz işim gereği pek çok uluslararası firma ile çalışabiliyorum. Lego neden pahalı sorusunun cevabını, bizzat Lego’nun global finansal direktörünün ağzından öğrenmiş ve tatmin olmuş adamım… Valla ucuz diye çin malı, boyasının ne olduğu belli olmayan ürünlere kanmayın, tamamen Avrupa’da, Avrupa boya ve Avrupa plastik ile üretilen, kanserojen madde içermeyen Lego’ya verdiğiniz hiçbir kuruşa acımayın, gönül rahatlığı ile kullanın J


Nasıl geçti bu pazar...


Pazar günü hava bir güzeldi bir güzeldi… Tüm gün sabahımı geç kalmış kışık yazlık değişimi ile geçirdim. Kendiminkiler bitti, bir de Zeyno hanımınkileri hallettim… Ayy ne güzeldi aslında 0-3 ay, 6-9 ay kıyafetleri, kaldırılanlar nasıl olsa bir daha olmayacak diye öyle çok düşünmeden hurca doldurup, Ali bebek ve Nil bebeğe gönderilmişti. Oysaki şimdi, acaba bunu Ekim-Kasım’da havalar soğuyunca da giyer mi diye dolaplara kaldırdık… Tabi tek tek ayrıştırma işlemi birkaç saat sürdü…

Günün kalanında, anneanne-babaanne-dedeler ile hep birlikte yemeğe Sarıyer sahile gittik. Pide sevmem diyenden korkacaksın, Cemal dede dünyaları yedi :) Sonra dedeler Zeyno'nun "avvaaaa" ları eşliğinde birlikte Ankara yolcusu oldular, babası da tutturdu benim eve gidip çalışmam lazım diye… biz de kızlar toplandık, kendimizi Emirgan parkına attık, iyi ki de atmışız. Bir güzeldi bir güzeldi. Kuzu artık bizim sitenin parkından sıkılmaya başlamıştı, 5-6 tane kaydıraklı bu park, çok ama çok hoşuna gitti….


Daha birkaç haftasına kadar, “kay kork, ııhhh ıhhh” diye ağlayan kuzu (yani Türkçesi, kaymaktan korkuyorum, hayır!), şimdi birinden diğerine koşup duruyor… Ama hala kendini sağlama alıyor. İlla aşağıda biri duracak, onu tutacak J



profesör olacak benim kızım profösör, gördüğü herşeyi okumaya çalışıyor, alıyor eline, ağzını oynatarak okuma numarası yapıyor, babam da ananı yapamadım prof. ama seni yapacağım diyor :))) 
Büyük olan poz ise göz kırpma pozumuz (Zeyno gözünü kırpsana deyince, 4-5 kere arka arkaya selektör atıyor kuzu) :)



Dondurmaya geelllll :)


Malum babamız yiyecek-içecek sektöründen… Biraz fazla hassas bu katkı maddesi, koruyucu madde olaylarına…

Annem, tupperware’in dondurma kalıplarını almıştı geçen sene, ancak tabi kısmet olmamıştı bir türlü yapmak.
Biraz internet araştırması sonrası ilk evde dondurma denememizi yaptık... Ahh Zeyno hanım ahhh, valla bu annen saçını süpürge ediyor senin için bilesin :)




Aslında sütlü dondurma yapmak istemiştim ancak sütlü dondurma için tüm tariflerde salep özünden bahsediyordu, onu ne yazık ki henüz alamadığım için yoğurtlu dondurma yaptım.

1 bardak yoğurt, 1 bardak pudra şekeri, 1 paket krema, 500gr kadar çilek’ten dünya kadar dondurma oldu valla J Tupperware’in kapları doldu, hatta bir koca kapta bize oldu… Aslında bizim için yaptığım kaptakini şöyle havalandıra havalandıra dondursam daha güzel olacaktı, ancak benim işleri bitirip buzdolabına dondurmayı koymam gece 12 olunca havalandırarak dondurma yapma işi yalan oldu… Dondurma da havalanmadan kendiliğinden dondu J Sonuç, ehhh işte fena değil, 10 üzerinden 4 :)

Henüz dondurma ile yeni tanışan Zeyno ayıla bayıla yalana yalana yiyor, ama Yaşar usta’nın dondurmasının tadını bilen bizler, ahhh nerede Yaşar usta, nerede Cansu usta diyoruz, çok çalışmam lazım daha çok….


Dondurmayı ısırmayı bir türlü beceremedi... Yalayarak yemeyi seviyor... Ama tabi dondurma bu, Zeyno hanımın keyfini beklemiyor, eriyip gidiyor... eriyen dondurma koltuklara, Zeyno'nun üstüne, annenin üstüne bir güzel sürülüyor... Dondurma akmasın diye annesi eriyen kısmı hızlıca bir nefeste yalayıp yutuyor (ohhh kiloları alıyor), dondurması biten Zeyno, "nonnurmaaa" diye ağlıyor :) İşte hikayemiz şimdilik böyle.... Eeee Zeyno kuzusu sana bir ders, yemeyenin malını yerler şu hayatta :)

20 Mayıs 2013 Pazartesi

Bir tatil daha biterken...

Bu sefer kendimizi o tarihi mekandan bu tarihi mekana, Gaudi'nin o eserinden bu eserine atmadık da sokaklarda dolandık, parklarda dinlendik durduk...

Arada çocuk bahçelerinde durduk kuzuları izleyip gözleri doldurduk, arada rüzgar ve yağmura yakalanıp iyi ki getirmedik kesin hasta ederdik diye teselli bulduk...

Park Guell'i görmedik bu sefer, sagra da familia'yı da, Gaudi'nin Casa Battlo ve Pedrera'sı ise sürekli çıktı gezdiğimiz mekanlarda karşımıza. Dün tüm müzelere giriş ücretsizdi, biz de şansımızı Pedrera'da denedik ama önünde abartmıyorum 500m akmayan bir kuyruk vardı, aynen ilk geldiğimizdeki gibi yine çok merak etmediğimize karar verdik ve vazgeçtik :)



Izgara kalamarın dibine vurduk ama yine de doyamadık, daha önce geldiğimizde de Barselona'da yediğimiz ızgara kalamarların, Madrid'de yediğimiz ekmek arası bizim bildiğimiz usul kızartma kalamarların tadı damağımızda kalmıştı, Türkiye'ye döndüğümüzde epey ızgara kalamar arandık durduk(Asos'taki muhteşem ızgara kalamarı saymazsak) hiç umduğumuzu bulamadık... 

Hasretine dayanamadık, gördüğümüz heryerden kuzuya hediyeler aldık, Barselona t-shirtü, lego, scooter ( artık karşı komşunun malını her gördüğünde kaçırmayı bırakacak inşallah), tabi ki kıyafetler kıyafetler kıyafetler...

Yağmurdan biraz ıslandık, rüzgardan bolca nasibimizi aldık, kalamara abandık, tapasın dibinde boylandık, sokak sokak arşınlandık, bol bol dinlendik huzura bulandık, ve şimdi ilk gördüğünde kuzuyu kim öpücüklere boğacak hangi hediyeyi kim verecek kavgasına başladık :))

Artık dönüş vakti, uçağın kalkmasına 1 saat, kuzuya kavuşmaya 4,5 saat var...

Bu sefer gezdiğimiz gördüğümüz yerleri anlatmayacağım, ancak gerçekten iyi tapas nerede yenir bu sefer öğrendik, mekanlar ve adresleri unutulmasın diye buraya kaydediyorum, belli mi olur gelmeyiz gelmeyiz deriz, birkaç yıl sonra yine geliriz :))


Origens(pg del born, 4) bir tapasçı değil,Catalan mutfağı, ekolojik ürünler sunuyor, yemekler tam bizlik ve lezzetten çatlıyor, menüsündeki herşey denenebilir....

Bar Celta ( iki şubesi var; carrer de la merce,16 ve carrer de princesa,50)Lokal bar, burada yaşayan, bize evini açan sevgili Irmak'ın önerisiyle geldiğimiz mekan. Normalde Irmak'la gelmesek, dışarıdan görüp hayatta içeri girmezdik herhalde, ancak ahtapotu süper başarılıydı, ayrıca ızgara kalamara burada doymak mümkün, çünkü diğer yerlere göre tabaklar çok daha bol geliyor.

Cuidad Condal( rambla de catalunya,18- rambla de catalunyayı gran visde lescorts catalanes ile bölen köşe başında) bir öğlen yemeğimizi burada yedik, iyi ki öğlen gelmişiz, çünkü cumartesi akşamı 4 kişilik bir masa için 1,5 saat bekleme süresi veriyordu. Öğlen yemeğimiz çok ama çok lezzetiydi, burada öğrendik ki 2 tür kalamar varmış, biri sephia diğeri ise mürekkep balığından olan, aslında ben ikisini de yedim ve tadlarını ayıramadım, burada kalamar isteyince doğrudan ızgara geldi, sonra başka birinin tabağında bizim bildiğimize benzer usulde kızarmış kalamar görünce ondan da istedik, garson bizi uyardı, o kalamar değil sephia dedi, biz yine de sipariş verdik, bence aynen bizim Türkiye'de yediğimiz kalamardı. Burada Cava içtik, Cava bizim bildiğimiz şampanya ama bunu sakın onlara söylemeyin, bu konuda çok milliyetçiler, Cava Cava'dır şampanya değildir :)

Taller de tapas, yıllar önce geldiğimizde de yediğimiz duraklardan biriydi, hatta o zaman 2 akşam gelmiştik. Bana göre illa paella yemek istiyorsanız şehirdeki en doğru adres. Onun dışında, ızgara kalamarı ve biber kızartması gayet başarılı. Biz argenteria caddesi yanı el born'daki şubesine gittik, ancak şehirde 4-5 yerde şubesi var.

Cerveseria Catalana; carrer de mallorca 236, telefon: 932160368, bakıp bakıp hatta bekleyip bekleyip yiyemediğimiz mekan oldu, aslında öneri listemizdeydi ancak son akşama kalmıştı, biz nereden bilelim cumartesi akşam 2 kişilik bir masa için 2, 4 kişilik bir masa için 1,5 saat bekleme sırası vereceğini, rezervasyonda almıyor, gidilip beklenecek, valla biz adımızı yazdırdık, 1 saatten fazla sıramızı bekledik, ancak 1 saatten sonra hala önümüzde 9 masa beklediğini görüp, saat 10'da beklemekten vazgeçtik, ancak kesinlikle çok iyi bir tapasçı, gidenlere tavsiyemdir, ya öğlen yemeğine ya da akşam vakitlice gidildin, tadına bakılsın....ahhhh o ızgara kalamarlar, hala tabaklar gözümün önünde :)))





Trenle 1,5 saat mesafedeki Girona'ya gittik, şansımıza da çiçek festivali vardı, küçücük çok sevimli bir yer, çok ama çok beğendik...


















14 Mayıs 2013 Salı

Barselona'dan bildirmeye devam...

Eylül 2010'da geldiğimde aşık olduğum şehir Barselonaaaaa, yıllar sonra yine beraberiz ama bu sefer sadece Cucu değil, Zeyno'nun annesi Cucu'yum artık:)).... Sitges'de eğitim bitti, trene bindim 50 dakika sonra Estacio de Franca'ya verdim( satte 4 tren varmış, burası özellikle yaz aylarında Barselona'ya gelenlerin denize girmek için gidebilecekleri bir yer bence) hem de 3,80 euro'ya...bagajımı koyabileceğim bir yer hayal etmiştim ama olmadı ama çıkar çıkmaz gördüğüm ilk eli yüzü düzgün otele girip, tüm sevimliliğimle birkaç saat valizimi koymam mümkün mü diye sordum, akdeniz insanı işte iki mırın kırın etti sonra tabi ki dedi:))

Şansıma hava yağmurluydu, önce meramagnum alış veriş merkezine sığındım ama sonra yağmurun durması ile kendimi çok özlediğim la rambla'ya attım, görmeyeli neredeyse her dükkan hediyelik eşya dükkanı olmuş, yürüdüm yürüdüm ve pazar yerine yani meşhur la boqueria'ya geldim, akşam pazarı indirimi vardı, gündüz 1,5 euroya sattıkları taze sıkılmış meyve sularını 1 euroya satmaya başlamışlardı hem de 1 alana 1 bedava opsiyonu ile :)) hem uzakdoğuda keşfettiğim lycee meyveli hem de çilek muz karışımını aldım, tek kelimeyle muhteşemdi...

Görmeyeli epey tekinsiz bir yer olmuş barselona, o yüzden çok dikkatli olmaya çalıştım gezerken, resmen aval turistleri avlıyorlar...

Saat 7:30da Irmak'la buluşacaktık, bu yüzden catalunya meydanından geri estacio de francaya doğru yürümeye başladım, ama bu sefer biraz da kendime güvenle ana yoldan değil ara sokaklardan giderek, ulaştım istasyona... Barselonata'daki süper sevimli ara sokaktaki evimize geldik, klasik Avrupa evi 33m2 ama herşeyi var :))) yine biz Türkler bu ev meselesini çok mu abartıyoruz acaba diye geçirmedim içimden değil...

El born'da süper sevimli organik ürünler yapan bir cafeye gittik. 3 gündür balık yemekten gına geldi bana, bugün sebze yemeklerinin dibine vurduk...ıspanaklı catalan böreği, patlıcanlı bir yemek ve elma içinde kıymalı bir yemek gerçekten süper ötesiydi, tekrar gidilecekler listemde duruyor...

Biraz da hava güzel olsa başka birşey istemem...kuzuyu getirmeden bir tatil hiç içime sinmiyordu ama yok bu havada onu buraya getirmek hele bir de sokaklarda sabahlardan akşamlara onu gezdirmek mümkün olmayacaktı,,,

Bebitolar 4 yaşına kadar olan kısa ayrılıkları hatırlamıyorlarmış :)) artık bilimsel yayınların yalancısıyım... Zeynocum kusura bakma annecim, seni canlarından çok seven insanların yanında olduğunu bilerek birkaç gün hayata mola vermek gerçekten şu aralar en ihtiyacım olan şey, yoksa kontak atmak üzere :)) umarım sen bu kısa ayrılığımızı hiç hatırlamazsın, bende bu vicdan azabıyla sana muhtemelen bir koca valiz eşya yaparak dönerim Barselona'dan :)


ps:Yarın Thy grev yapıyor, bakalım İlker'le kaçta kavuşacağız...


Eğitim şart :)

Eğitim için Barselonaya trenle yarım saat mesafede bir kasabaya Sitges'e geldim. Burada Dolce Sitges adında bir otelde kalıyoruz. Özgür gay cenneti, bayan oturanı veya turisti yok denecek kadar az ama buna karşılık gayler özgürlüklerini ilan etmişler, her yerde ama her yerde el ele dudak dudağa görmek mümkün onları...

İlk gün akşam merkeze indik bir bara oturduk, iki kız bir yağız Elazığ delikanlısı:))) içkilerimizi söyledik, garson "Lady's first" diyerek önce ona verdi içkisini, tabi akşam boyu bizim yüzümüze kimsenin bakmadığını söylememe gerek yok herhalde...

Kuzu ile skype yaptık 2 gün boyunca, beni öpücüklere boğup durdu, iyice şımardı anneanne caca ve cece'nin yanında... En sevdiği yiyecekler, köfte ve makarna ile besleniyor, annecim yapma öyle sebze de yemesi lazım diyorum, yemiyor diyor... Eee tabi sen bir kaşık verip yemeyince hemen hazırda zaten pişirmiş olduğun makarna veya köfte alternatifini sunarsan, kabağın yüzüne bakmaz kimse:))) neyse bu akşam sebze çorbası deneyecekler, alternatif yok, ya sebze ya sebze...

2. Gün akşam limanda bir restoranda grupça yedik yemeğimizi, hayatımda bu kadar güzel ızgara kalamar yememiştim, utanmadık 3 tabak söyledik valla, tabi ana yemeğin yüzüne bakan olmadı, turbot adında bir balık geldi, aman siz siz olun bu balığı gördüğünüz yerde kaçın, denizden ne çıksa yerim derdim, büyük konuşmuşum :)))

Eğitim bitti şimdi tatil başlıyor... 21 ay sonra ilk defa karı koca başbaşa Barselona Barselonaaaaa :))

6 Mayıs 2013 Pazartesi

Keyfiyetten değil mecburiyetten Ankara

Zeynonun teyzesi bir süredir kayınvalidesinin sağlık problemleri ile uğraşıyordu, ailenin tüm işi bırak gel kayınvalidene bak ısrarlarına direniyordu, ancak iş bir süreğine çıkmaz bir noktaya girdi, kadıncağızda 1 ay izin istedi bizden...

Tabi apar topar olunca annem kendini ayarlayamadı Zeyno için İstanbul'a gelmeye, annem gelemeyince, bende yoğunluktan işten güçten izin alamayınca aldım Zeyno'yu Ankara'ya geldim, 1 hafta Ankara ofisten çalışacağım, sonra İspanya'dayım zaten, sonrası şimdilik Allah Kerim...

Almanya'dan misafirleri vardı annemin zaten, Berin abla Nişa ve Rany ile beraber bir hafta Ankara'da... Yani Zeyno'ya şenlik var resmen...

Bu sabah işe gelmek için evden çıkarken, kuzuyu dedesiyle evin içinde güneş gözlüğünü takmış gezerken bıraktım... Tosi'yi arayıp duruyorlardı, yazık hayvan evin içinde nereye saklanacağını şaşırdı resmen...



Bahar temizliği

Son zamanlarda okuduğum en iyi freelance yazılardan biri, unutmamak için yazmak istedim...

Yazmayan kalemleri.
Sayfası bitmiş defterleri.
Kulpu kırık fincanları.
‘Zayıflayınca giyerim’ kotunu.
Son 5 aydır giymediğiniz kıyafetleri.
Arka balkona tıkıştırdığınız, bir gün yüzünü yenilerim pırıl pırıl olur dediğiniz o sandalyeyi.
Dibi kararmış tencereyi.
Taşındığınız hangi evden kaldığı, hangi kapıyı açtığı artık meçhul olan o anahtarları.
Sırf genç ve güzel çıkmışsınız diye yanınızda o hiç sevmediğiniz tiple poz verdiğiniz fotoğrafı.
Çekmecenin dibindeki müzik kasetlerini (kaset mi kaldı allah aşkına)
Atın.
Ohh bir ferahlayın bakalım. Tamam mı?
Şimdi ihtimalleri atın.
‘Olacaktı, son anda olmadı’ları atın, olmamış işte.
Takılıp kaldığınız o günü.
Düşünüp durduğunuz o lafı.
Atın.
Küstüğünüz için uzun zamandır görmediklerinizin aklınızda kalan son görüntüsünü.
Alındıklarınızın, gücendiklerinizin hiç umurunda olmayan o ‘olayı’
Atın.
O hiç beceremediğiniz yemeğin tarifini
Kestiğiniz eski gazete küpürünü
İçinizi kemiren o ukteyi
Atın.
Zamanı gelince yiyeceğiniz soğuk intikam yemeğini de dökün.
Soğuk yemeğin hiç tadı olmaz, dışarıdan bir döner söyleyin daha iyi.
Buzdolabının üzerindeki diyet listesini (faturaların altında duruyor)
Depodaki koşu bandını.
Atın.
Cevabı olmayan soruları
Kaçırdığınız fırsatları
Atıldığınız işleri
Beceremediğiniz ilişkileri
Kişisel gelişim kitaplarını
Atın.
Arkanızdan konuşanları.
Önünüzü kapayanları.
Alamadığınız terfiyi
Oturamadığınız evi
‘Şimdiki aklım olsa’ları
Aldığınız en kötü karneyi.
Hatta en iyi karneyi.
Çalışmayan saatleri.
İşe yaramayan fikirleri.
Kaçan trenleri.
Zamansız yaşlandıran dertleri.
‘O gün’ olanları.
Halının altına süpürdüklerinizi.
Dolabın dibine iteklediklerinizi.
Atın.
Bakın, ne güzel güneş çıktı.

Banu Kiremitçi Bozkurt
Freelance Yazar
Twitter: @banboz