30 Eylül 2013 Pazartesi

İpek bebeği beklerken...


Bu zamana kadar katıldığım kesinlikle ama kesinlikle en iyi hazırlanılmış “baby shower” partisini yaptı sevgili Derya’nın güzel eşi Burcu…

Malum benim baby shower partim sürprizdi, neredeyse 8 aylık halimle, evde hırsız var zannetmiştim,az kalsın doğuruyordum kapının önünde J

Burcu ise, sürpriz felan istememiş sanırım, daha 1 ay önceden davetiyesi ulaştı elimize… Belliydi o zamandan, Burcu yavaş yavaş hazırlanmaya başlamış bugüne…

Neler neler hazırlamışlar yemek için… Yani Pazar gününden doğuma kadar her gün baby shower yapılabilecek kadar çok çeşit vardı menüde… Benim küçücük top keklerimden birkaç tane almıştı birileri (sevindim) J
 

İpek bebek için evde kendi ellerimle bez pasta hazırladım… Düşündüm ki, herkes bir sürü kıyafet alır, bence bu bez pasta en iyi banyo malzemeleri ile hazırlanıyor, o yüzden ben de şampuan ve duş kremi aldım, tabi ki babybübchen’den… Zeyno doğduğundan beri başka hiçbir marka kullanmadık biz...Yine de dayanamadım, 3’lü bir body set’te aldım mothercare’den… Bebek bezini 2 numara kullanıyorum (hani belki 1 numaradan stok yapılmıştır eve diye) J
 

 

Bilin bakalım sorusu klasik olarak annenin karnı kaç cm’di… ilk defa gördüğüm pek çok test vardı, mesela mama tatma yarışması (tadı berbat çocuk mamalarının içinde neler olduğunu tahmin etme oyunu), bebek tombalası, kare bulmaca, yavrusunun adı ne yarışması, ve daha hatırlamadıklarım… Gerçekten çok ince düşünülmüş ve çok özenle hazırlanmıştı hepsi… Tabi ben ne yaptım diyecek olursanız, ben Zeyno’nun peşinde ortalığa zarar vermesin diye koşup durdum… Arada bir yoruldum annecim deyip oturmak istedim, “annecim yorulmaaaaa” diye kaldırdı beni…
 

 
Sevgili İpek bebeğin gelmesine artık sayılı günler var… İnşallah bayram sonrası, onu kucağımıza almış olacağız…

Sevgili İpek, gözlerimizi açtık, seni heyecanla bekliyoruz…

Zeynepçe Montessori


Sevgili İtalyan Maria Montessori tarafından geliştirilmiş, bir eğitim felsefesi "Montessori"... Amaç çocukların entellektüel potansiyellerinin değerlendirilmesi.  Tek bir cümle ile özeti  Kendi başıma yapabilmem için bana yardım et”…  o kadar anlamlı ki…

Sistem, çocuklara bağımsız davranış ve düşünceler geliştirmeyi, günlük işlerini kendi başlarına görebilmeyi ve en önemlisi de öz saygı ve öz güvenlerini artırmayı öğretmeyi amaçlıyor…

Ben de Zeyno doğduğundan beri çokça okuyorum, uygulamalarını yapmaya çalışıyorum...

http://montessoriegitimi.blogspot.com/ adresinde anneler gerçekten mucizeler yaratıyorlar...

biz de bazı aktiviteleri evde yapıyoruz… işte yine bir Montessori çalışması..


29 Eylül 2013 Pazar

Kahbi ayakkabılar :)))

Bu ayakkabılar Efe'ye küçük gelince Duygu teyze verdi bize... Yaz boyu ayakkabılıkta bekledi, giymemmmm diye çığlık atıp durdu...

Bu sabah kreşe gitmek için evden çıkarken, yine ayakkabı krizi yaşadık, 'ben seçicem' dedi, iyi dedim. Bunları seçti :))

Kızım bunlar yazlık olmaz diyorum... 'Kahbi giyicem' ( yani kahverengi) diye bağırıp duruyor... Giydirdim ayağına, kesin çıkarır zannediyorum, 'oldu oldu çok güzel oldu' diyor, yaaa annecim, hava soğuk açık ayakkabı giyilmez, giyilse bile bu renklerle bu olmadı ( ayağında pembe beyaz çizgili çorap var buarada), diyorum, 'olur olur' dedi, çıktık evden:))

okulun önüne gelince de 'çek anne, bak güldüm' dedi, ben de çektim... :))

Ehhh Zeynoş valla çekeceğimiz var senden ;)))

26 Eylül 2013 Perşembe

Rehber öğretmenin faydaları-tırnak kesme macerası

Geçen hafta okulda ilk veli toplantımız vardı, rehberlik servisi nedir bize onu anlattılar, rehber öğretmenimiz Rayka hanım, her hafta perşembe günü okulda oluyormuş, tüm günü çocuklarla geçirip, öğretmenleri yönlendiriyormuş, çocuklarla ilgili gözlem yapıyormuş, ayrıca isteyen aileler ile çocukların herhangi bir sorunu ile ilgili özel seans yapabiliyormuş... Bu özel seanslar neler olabilir,

Yemek zorlukları
Anne- babadan ayrılma zorlukları
Kreşi istememe
Arkadaş sevmeme
Oyuncak paylaşmama

Aklınıza gelebilecek herhangi birşey işte...

Bugün sabah tam Zeyno ve Beren'i okula bırakırken, Rayka hanımla karşılaştık, kadıncağızı görür görmez atladım üstüne, dedim 'bizim bir derdimiz var, Zeyno tırnaklarını kestirmiyor'... Tamam dedi, ben onunla bir oyun oynarım, hallederiz, şaka yapıyor zannettim :)))

Evet böyle bir derdimiz var, Zeyno kesinlikle kestirmiyor tırnaklarını, uzunca bir süredir gece uykusunda kesiyordum, ama son bir haftadır rahatsız olup uyanmaya başladı, bu hafta başından beri her gece 1 tırmak kesebildim sadece,4 gece,4 tırnak, hepsi de yamuk yumuk :((

Rayka hanım tamam dedi,biz onunla bir kukla oyunu oynayacağız, ben size ne yapmanız gerektiğini söyleyeceğim dedi... Saat 5'te Esra öğretmen bizi aradı, Zeyno ve Rayka öğretmenin bir oyun oynadığını, Zeyno ile akşam sohbet ederken ' zeyno, bugün domuz okula mı geldi?' diye sormamı istedi, sonra da domuz tırnaklarını kesti mi, senin de tırnaklarını keselim mi diye sormamı istedi, ben ne yalan söyliyim pek işe yarayacağını düşünmedim, hatta biraz komik bile geldi :))

Akşam eve geldik, birkaç kere, 'zeyno bugün domuz okula geldi mi?' Diye sordum, beni duymamazlıktan geldi, en son banyoda diş fırçalarken yine sordum, 'geldi' dedi.Bingoooo!!!!

'Annecim domuzun tırnakları kesilmiş, senin de tırnaklarını keselim mi, yarın öğretmenine ellerini gösteririz, yaşasın der sana' dedim ve bunu sadece 1 kez söyledim, baktı baktı yüzüme TAMAM dedi, kulaklarıma inanamadım, aldım elime makası, 2 dakikada hepsini kestim , sonra babasını çağırdı, ona gösterdi ellerini, 'annem kesti, ben ağlamam, acımaz' felan dedi, sonra 'yaşasın' diye sevindi, ben resmen ağzım açık hayretler içinde kaldım, nutkum tutuldu, sanki aylardır evde bu yüzden kavga eden biz değildik... Yarın Neşe'ye de söyleyecekmiş :)))

Sevgili domuz kardeş, sen nesin kimsin bilmiyorum, seninle oynadığı oyun nedir onu da bilmiyorum, ama her neysen nesin, beni nasıl bir dertten kurtardın bilemezsin :)))

Teşekkürler Rayka öğretmenimmmmm :))

Tv zaiyatı

Zeyno, evimizde çok da fazla kullanılmayan 42 inch lcd'nin üzerinde sanatsal bir çalışma gerçekleştirmiş dün okuldan gelince... Almış eline kuru boyayı, o sivri ucuyla, ev çizmiş, yetmemiş evin içini de boyamış... Dün akşam görmemiştim, sabah uyanınca fark ettim, çizilmiş ( çizilmek denmez buna katledilmiş) Tv resmen, hemen idrak edemedim, her halde toz olmuş dedim, ama ekrana dokununca anladım dünyanın kaç bucak olduğunu :))

İlker geldi, resmen nutku tutuldu, ne diyeceğini bilemedi, çok ama çok kızdı, kızacak kelime bulamadı, sinirinden bağıramadı bile ( tabi ben de), işe gitmek için evden çıktı, Zeyno'da arkasından bakıp, o en tatlı haliyle 'üzülme baba, üzülme' dedi , ya güler misin, döver misin bilmiyorum, dayak cennetten çıkmadır diye boşuna dememişler :)))

10 dakika konuştum, yaptığının çok yanlış olduğunu dilim döndüğünce anlattım, ne kadar anladı bilmiyorum, ama bugün okuldan geldikten sonra babaannesine Tv' yi göstermiş, ben çizdim diye itirafta bulunmuş... :)))

40 yıllık dostluk...

Hayatta sahip olunan en kıymetli hazinedir dotsluk, şarap gibidir, yıllandıkça kıymeti artar... 

Dost zengini insanlardan biri de babamdır, üniversite yıllarında ev arkadaşlığı ile başlayan 4 arkadaş onlar, biri ankarada, ikisi istanbulda, biri samsun da ama hiç birşey ayıramaz onları... Ne yapar eder bir yolunu bulurlar, gelirler bir araya... Hatta öyledir ki Melih amcamın eşine hala deriz biz, süper insan Emel hala, biz doğup biraz aklımız erince çekmiş beni ve Cem'i kenara, ben babanızın kardeşiyim bana hala deyin demiş, biz de o gün bu gündür ona hala diyoruz :))

En küçüğümüz Sevgili Fırat'ı bu haftasonu dünyalar güzeli Cansu'yla evlendirdik... 

Zeyno, süper kankası Eda'ya gitti akşam, Eda, Zeyno'yu kapılarda karşıladı, kızlar akşamı yapıcaz diye sevinçten uçtu :))) Biz de Zeyno'suz uzun bir akşamın tadını çıkardık...

Sevgili Fırat ve Cansu ömür boyu mutluluklar, darısı artık bekarların başına...





Tosun Efe ve Deli Zeyna hikayesi her hafta yeni bölümüyle ekranlarda :)))

Günlerden bir cumartesi, tosun efe almış annesini babasını, cansu teyzenin tandırını yemeğe gelmişler, bozcaada'dan getirdikleri corvus şaraplarıyla... Tabi hiç şaşırtıcı birşey olmamış ve Zeyno ve Efe her zaman ki gibi 4 saatte pişmiş fıstık gibi eti yememiş :)))

Zeynonun, Altan'la, Efe'nin İlker'le muhabbeti görülmeye değerdi o akşam :)))








Bayan çok bilmiş...

Akşam eve geldim, ben ellerimi yıkamak için banyoya girince geldi arkamdan, arada bir olduğu gibi diş fırçalama krizi tuttu.

Fırçaladığı felan da yok, maksat şımarıklık olsun, ama aldı eline fırçayı ve unutulmaması gereken replikler arasına girmesi gereken şu cümleyi kurdu;

'Bu fırça, gözüme sokakam, ağzıma sokarım' :)))))



25 Eylül 2013 Çarşamba

Terrible 2 film afişi


Favorim oldu bu fotoğraf, ' terrible two' filmi çekilmeli, bu photoda filmin afişi olmalı bence :)))

Okul önü pozumuz :))


Okula alışıyorlar, alışacaklar derken, bu sabah Zeyno ve Beren böceğinin okul kapısı önündeki pozları:))

Okula gelir gelmez, zeyno attı bir çığlık, 'berennnnn, okula geldik, oleyyyy', Nihal ve ben kulaklarımıza inanamadık sabah sabah, sanki her gün sabah gözler dolu dolu ayrılan o değil, mahalledeki diğer çocuklar :)))

Kapıdan uğurladık ikisini, Neşe ablalarının kucağında girdiler içeri, valla öğretmenleri biraz alınacak ama Zeyno'nun okuldaki favorisi Neşe hanım, sürekli kadının peşinden koşup, 'neşeee, çişimi yaptım, bezimi değiştir' deyip duruyor, herhalde kreşin kemdi boyuna göre olan tuvaletlerine oturmak hoşuna gidiyor... Haftasonu evde yine koşturdu beni peşinden, 'anne bezimi değiştirmez, neşe değiştirebilir' diyor bana:))) ulen Zeyno, Neşe'de kim oluyor, 2 yıldır kaç bez değiştirdim ne sen sor ne ben söyliyim, iki günde 'en hızlı bez değiştiren anne', 'her pozisyonda bez değiştirebilen anne', 'kafası üstünde duran çocuğun altını tek elle değiştirebilen anne' ünvanlarımı öyle kolay kolay kimselere kaptırmam haberin olsun :)))



Free friday ve tatlı arkadaşlar :))

Ne yalan söyliyim hiç umudum yoktu, cuma günü akşam akşam Ünlü'leri müsait bulacağımızdan... Ama o en tatlı halleriyle 'evdeyiz tabi, gelin' dediler...

Süper bir Chinese night oldu, üstüne üstlük iki kuzu da 10 olmadan yatağın yolunu buldu, ve sonuç olarak gece saat 2'ye kadar bize de epeydir unuttuğumuz bir gece sundu:))

Dostlarla sohbeti özlemişiz, İlker ve Onur'da epeydir(!) iş konuşmuyorlardı, iyi oldu :)))

Berk'in yemek alışkanlığı bizimkinin tam tersi, Zeyno tek tekçi( yani sadece köfte veya sadece pilav yer, köfte ile karışık pilav yemez, yemek yerken birşey bile içmez, içmeye başlarsa yemek yemez) :))

Ama Berk öyle mi, valla önce kocaman bir nazar boncuğu koyarak :) İrem'in Berk'in ağzına tıktığı son lokmayı anlatmak istiyorum; en altta bir parça ekmek, üstüne balık, üstüne fesleğen sos, üstüne domates dilimi :))) valla koca bir alkış Berk'e, ama ondan büyük alkış böyle karıştırarak yemek yedirmeyi başaran süper anne İrem'e :)))

Bu gecelerin tekrarı tekrarı tekrarı olmalı ...



Perker özlemi

Zeyno, Perkerleri özledi hem de çok...

Okulda yeni arkadaşlar, sabahtan akşama boya boya yapmalar, oyun hamurları ile oynamalar, dans etmeler iyi hoş ama hiçbiri tutmuyor Perker'lerin yerini...

Unutmamış onların koca koca bavullarla 'uzağa' gittiğini, boş bavula sığıp 'perkerlerin' yanına 'uzağa' gidecekmiş bizimki :)))

23 Eylül 2013 Pazartesi

Analı kızlı çorba olduk :((

Bu sefer benim bir suçum yok tüm suç Zeyno'nun... 

Cuma akşam kreşten eve geldiğinde biraz burnu akıyordu masum masum, sonra gece hapşuruk takip etti onu, cumartesi sabah bir kalktı eni konu nezle olmuş Zeyno'cuk... 

Tabi bir an olsun annesinin kucağından inmeyince, hele bir de hastayım diye naz niyaz tavan yapınca cumartesi akşam üstü ben başladım burnumu çekmeye, sonra tüm pazar hatta üstüne pazartesi yatttık analı kızlı, bir onun burnuna fısfıs, bir kendi burnuma, solo 200'lük paketi bitirdik desem yeridir... Bir de lanet olasıca kuru kuru öksürük...

Yahu içtiğim onca imuneks ne işe yarıyor anlamıyorum ki, yalan kardeşim yalan, öyle bağışıklık güçlendirici vitamin felan yalan, al işte ufacık bir virüs yerle bir etti bizi yine:(

Bir de doktorumuz tavsiyesi ile umca almıştık, güney afrika kökenli bağışıklık sistemi artıcıymış, hafif hasta olur gibi olduğunda hemen damlatı verecekmişssin suya, cuma hemen başladım, Zeyno grip olunca, banamısın demedi...

Gözlerim yanıyor resmen, Zeyno'nun uyuduğu bu saatleri boşa harcamak lazım, hemen yatıyorum ben de, dün gece sabah 5'e kadar ne kendi uyudu, ne beni uyuttu, bizim yatakta başlayan, sonra salona gidip kusmayla devam eden, ve en sonunda halının üstünde sere serpe son bulan gecemiz çok ama çok fenaydı...

Kış kış hastalık kış kış, yallah mikrop yallah...

20 Eylül 2013 Cuma

Unutulmaması gereken diyaloglar...


annesi:Zeyno sana süt vereyim mi?
Zeyno: süt içememmmmm ben
Annesi: niye süt içemezsin, bak üzüldüm
Zeyno: üzülme, süt içemem, ayyan içeyimmmmm :)))

Zeyno bu aralar yeni bir alışkanlık edindi, uyuyana kadar odasında oturmamızı istiyor
Annesi: zeyno bak çabuk uyu, yoksa giderim, anlaştık mı?
Zeyno: anlaştıkkkk
Annesi: nasıl anlaştık?
Zeyno: güzel güzel :)))


Kreşe gitmek için yola çıktığımız bir sabah, arabada kendi kendini telkin ediyordu söylene söylene

Zeyno: anne işe, baba işe, dede işe, nurnur evde, ben okula...
Annesi: aferim sana, ağlamayacaksın değil mi?
Zeyno: ağlamam ben, beren ağladı :))) (pis ispiyoncu) :)))
Annesi: söyle berene ağlamasın, okul güzel tamam mı kızım
Zeyno: söylemem :)) 

Birde her sabah bize kreşin kapısını açan Neşe hanımla bir diyalogları var, kadını görür görmez,' bezimi değiştir, bezimde çiş var' diyor (çoğu zaman yalan, yok çiş felan) bu aralar sanırım kendi kendine bezden rahatsız olmaya başladı, inşallah yılbaşına kalmadan bitecek bu iş...

Duygu teyzesinin doğumgününde aldığı mickeyin oyun evi favori oyuncağımız buara, geçen gün kanka Beren, mickey'le minnie'yi alıp gitmiş evden, günlerce derdine düştü, 'mickey nerdeeeeee' diye, cevabı da biliyor aslında, beren'de diyor :)) sonra Beroş getirdi mickey'le minnie'yi bu sefer kendi kaybetti miickey'i, hala 'beren aldı' diyor, hayır diyorum sen kaybettin, ' efe'de' diyor... ( iftiracı yerden bitme) :)))



15 Eylül 2013 Pazar

Yumurta beyazından ne olur acaba???

Emre amcanın mükemmel menemeni ile uyandık bu sabaha... Bu menemen iyi hoş ama sorunu sadece yumurtanın sarısı ile yapılıyor, yumurta beyazları ya çöp ya da belki birşey yaparım diye birkaç gün buzdolabı koyulup sonra çöp oluyor :)

Bu sefer çöp olmasın birşey yapayım dedim, yumurta beyazından en iyi beze yapılır ama canım da beze çekmedi, acaba kek olur mu dedim, yabancı blog sitelerinde bazı tarifler buldum, eeee biraz da içine kafadan birşeyler koydum,valla kel olmadı ama süper birşey oldu :)))

Öğrendim ki kekin yumuşak olmasını yumurtanın sarısı sağlıyormuş, sadece beyazı ile yapılınca sert bir kıvamı oluyormuş...

Zeyno şimdi uyuyor, uyanınca Hımmmmmm yapa yapa yer(inşallah) ya da Berker amcası gibi sevmezse eğer 'değişik' der :)) 

Tarifi:
5 yumurta beyazı( yani sabah omlet 5 yumurta sarılıydı) :))
1 bardak şeker
4-5 dakika çırp, bembeyaz bir dağ gibi oluyor. Sonra içine, 1 bardaktan biraz az sıvıyağ koy
Mikserin devrini düşür,1,5 bardak un+Yarım bardak kakao koy. Mikseri kapat. Vanilya ve hamur kabartma tozunu ekle. Bir kase çekilmiş fındık-ceviz koy karıştır (kaskatı birşey oldu, ben de içine 1 bardağa yakın süt ekledim)
170 derece fırında , 30 dakika piştiler.
Kaba nasıl koyduysam öyle çıktıllar, kesinlikle kabarmadılar, ama tadı çok güzel, 5 tane yedim şimdiden:))





12 Eylül 2013 Perşembe

Çikola yani bilenen adıyla çikolata

Bir kural koyduk ve 1 aydır uyguluyoruz başarıyla, bakalım ne kadar devam edecek...

Zeyno'ya kim 'sana ne alayım' diye sorsa, çikola diyor en tatlı haliyle... Biz de bir kural koyduk, çikolayı sadece dedeler alır:))

Zeyno şimdi sadece iki dedesinden çikola istiyor, ama ilginç bir şekilde Şeref dedesi 1 tane verince tamam diyor, Cemal dedesi telefonda sorunca ondan 3 tane istiyor:)))

Zeynoş dedesinden çikolasını alınca elini öpüyor, 'tekkkeşkek' ediyor :)))


Nurnur olmuş 53....

Babaannemiz Nurnur  bu hafta tam 53 yaşını bitirdi, Allah nazardan saklasın hiç göstermiyor yaşını, parkta Zeyno'yla görenler babaannesiyim deyince şaşırıyor...

Sevgili Nurnur, Allah seni ve ailemizi nazarlardan korusun, bizi hep bu fotoğraftaki gibi bir arada ve gülerek ve sağlıkla bir arada tutsun inşallah. Eeee tamam tamam, Amerikalılar da gelsin yanımıza( diyim de duamız tam olsun) :))


Güzel bir pazar

Sevgili Baba'ların yeni bahçesinde güzel bir pazar günü geçirdik yine... Ali bebek kızların elinden zor kurtuldu... 

Zeyno ve Eda'nın her geçen gün daha da iyi anlaştığını görmek bizi çok ama çok mutlu ediyor, umarım anne- babaları gibi çok yakın 2 arkadaş olurlar büyüyünce, Ali'de onlara bekçilik eder :)))




Ali yavrum ayağa kalkıp yürümeye çalışıyor, bizimkiler bebek olmuş Ali gibi emekliyor :)))


Diz altı çoraplar moda oldu...

Parkta abiler top oynarken görmüş, çorapları 'böleeee yukarı' çekiyorlarmış, Zeyno'da çekti çorapları futbolcu edasıyla indi aşağıya. 

Aman Allah'ım olmasın sakın futbolcu felan, zaten iyice erkek çocuğu gibi oldu, toka takmaz, saç taratmaz, etek giymez, hatta bazen pembe bile giymez.... Çok ciddiyim :))



Hep(i)sini...

Bir pazar klasiği, baba İlker evde uyur, Uyanmaya çalışır da uyanamaz :))

Anne Cucu da uyanmak istemez ama uyanır çünkü Zeyno uyanmıştır :)))

Kahvaltı edilir, sıcaklar bastırmadan güzel havanın tadını çıkarmak için parka gidilir. Ama parka arkadaşsız gidilmez.

Annesi: zeyno bugün parka kim gelsin?
Zeyno: lulu, bebe,fil, havhav, pepeee, kanguuu
Annesi: yok artık, kızım bir tane götürebiliriz, hangisi?
Zeyno: hep(i)sini
Annesi: iyi kaç tane taşıyabiliyorsan o kadar götür, ben taşımam

Sonuç: lulu ve bebe parka gitmeye hak kazanır :)))

Şimdi okullu olduk :))

Zeyno ve Beroş’un kreş macerası bu hafta başladı. Pazartesi günü pırıl pırıl anneler ve kızları çaldık kreşin kapısını saat 9 olmadan…. İlk anneye yapışma çığlığı Beroş’dan geldi, Zeyno soğukkanlılıkla “ağlama Beren, ağlama” dedi, ama tabi benim paçamı bırakmadan

Esra öğretmenimizle tanıştık, Miss Lyna henüz gelmemişti.  Son görmemizden sonra sınıflar tertemiz olmuş, boyanmış, oyuncaklar yerli yerinde ve yenilenmiş. Zaten 2 yaş İngilizce sınıfı sadece 2 kişi  Bizim nörologlarımızın, kreş demek hastalık demek, çocuğunuzu kalabalığa sokmak konusunda dikkatli olun uyarıları vardı malum, artık Allah’a nasıl dua ettiysem, kreşe bizden başka 2 yaş çocuk yazılmamış

Miss Lyna ile Salı sabahı tanışabildik. Filipinli çıtı pıtı bir öğretmen… Zeyno çok garipsiyor, hatta biraz kadından kaçıyor gibi. Salı günü aralarında şöyle bir diyalog geçti.

Zeyno: (oyuncak meyve sepetinde duran üzümleri gösteriyor Zeyno) aaaaa üzümmmmmm

Lyna: yesss, Zeyno, these are “grapes”

Zeyno: üzümmmmmm!

Lyna: in English,“grapesssss”!

Zeyno: (banan dönerek) yaaa anneeee, bu üzümmmmmm

Valla sevgili Lyna, sen Zeyno’ya İngilizce öğretir misin onu bilmem ama Zeyno sana Türkçe’yi öğretir kesin

İlk hafta ders mers yok, düzen desen hiç yok. Bizim kuzular tüm sınıfları geziyor, kafalarına göre takılıyorlar, istedikleri saatte bahçeye çıkıyorlar, diğer çocuklardan ayrı uyuyorlar, jimnastik sınıfı zaten onlara ayrılmış gibi, günün çoğunu orada top havuzunda geçiriyorlar

Bu birkaç haftadan çok bir şey beklememek lazım sanırım, bir de acilen bir boya önlüğü almak, eve herşey boya içinde geliyor, neyseki boyalar yıkanınca çıkıyor

İlk hafta iştahı çok kötü, öğretmenleri de antipatik olmamak için ısrar etmiyor, ne kadar yerse o kadar yesin, yemezse yemesin diye davranıyorlar (onlar da haklı aslında, sonuçta çocukla araları iyi olmalı ki, çocuklar onları yani dolayısıyla kreşi sevsin, burayı bir kamp gibi göstermek istemiyorlar çocuklara), ben bugün rica ettim, öğlen uykusundan sonra lütfen tekrar yemek deneyin dedim ve Bingo! Öğlen yemekten önce ağzını açmayan Zeyno, uyanınca gördüğü tabağa resmen saldırmış.

Bakalım umarım herşey yolunda gider ve kuzuların okul hayatı güllük gülistanlık geçer…





Havale günlüğü

Hiçbirşey olmuyor değil hayatımızda, hatta pek çok şey oluyor, ama ben hepsini biriktirip öyle yazmak istedim. .. o kadar belirsizlik içinde önce biraz ışığı görmek istedim…

Zeyno 10 Ağustos günü son havalesini geçirdi (aynı anda 4 köpek dişini birden çıkarmaya karar verince). Bize göre bu bir havale değildi, sonuçta tam anlamıyla kitlenmedi, parsiyal olarak kilitlendi ve bilinç kaybı yaşadı, biz bu görüntüleri kayıt edebildik.

Çok ama çok uzun zaman araştırdık, sonuçta Mine Çalışkan ve Meral Özmen’de karar kıldık. Her iki hoca da görsün, testleri istesin, öyle karar verelim dedik.

Önce Mine Hoca’nın Aksaray’daki muayenehanesi ziyaret ettik. Tam 1 saatlik bir görüşme gerçekleştirdik.

Arkasından da Meral Özmen’e gittik, çok daha istatistiki bilgiler aldık (onun tarzını biraz daha sevdik sanırım) ve yine 1 saatlik bir görüşme gerçekleştirdik.

Her ikisi de Zeyno’nun ilk 4 havalesini ateşli havale sınıfına koydu, ancak kamera görüntülerini izledikleri son havaleyi ayrı bir yere koydular. Her ne kadar bu sırada ateşi olsa bile, bu sefer parsiyal kilitlenmiş ve bilinç kaybı yaşamış dediler, daha da kötüsü bu neredeyse 8,5 dakika sürmüş.  Yani buna komplex havale dediler.

Her ikisi de EEG istedi, uykuda. EEG için en doğru yer ve en iyi kişinin araştırmalar sonucu Kozyatağı Acıbadem hastanesindeki Levent bey olduğunu öğrendik (zaten Mine hoca’da onunla çalışıyormuş). İlk randevumuz Zeyno’nun öğle uykusu saatine aldık. Zeyno’yu ağlata ağlata kafasına 35 tane kontrol kablolarını taktılar, ama Zeyno strese girdi ve uyumadı. Tam 3 saat bekledik, diğer hastaları da ne yazık ki beklettik ama uyumadı ve sonunda vazgeçtik. Arabayı biner binmez uyudu kuzu

Sonra evde çektirmeyi denedik, tam 3 kere denedik, ama her seferinde bir engel çıktı (şirketle anlaşamadık, sigorta sorun çıkardı, son seferinde de çok acil olarak bir çocuğa lazım oldu, ona sıramızı verdik). Sonunda yine hastaneye döndük.  Hazırlıklarımızı yaptık, gittik. Zeyno’nun, o gün öğleden sonra burnu akmaya başlamıştı, bizde doktorumuz ile konuşup Peditus başlamıştık, meğer gripli çocuğa EEG çekilmezmiş, daha da fenası Peditus havale riski olan çocuklara kesinlikle verilmemeliymiş (içerisinde antihistaminik olan hiçbirşey verilmezmiş, bunlar havaleyi tetiklermiş, ve ne yazık ki bütün grip ilaçlarında antihistaminik varmış, dolayısıyla Zeyno bundan sonra grip olduğunda eğer gerekiyorsa doktor kararıyla antibiyotik başlanacak, ama antibiyotiğe gerek yoksa, ateş düşürücü ve burun spreyi ile bu süreci atlatacak, artık hayatımızda grip ilacı olmayacak)

Yine çektiremedik ve çıktık hastaneden, ilaç tedavisi bitti, Zeyno’nun akıntısı gitti, 2 Eylül Pazartesi akşamı yine gittik Acıbadem’e, yine çok ağladı kuzu kablolar kafasına takılırken, ama sonra yorgunluktan sızıp uyudu, 1 saate yakın EEG çekildi. Cumartesi günü raporumuzu aldık. Zeyno’nun EEG’si temiz çıktı, yani beyni ile ilgili korkulacak nörolojik hiçbirşey olmadığını öğrendik. Rahat bir haftasonu geçirdik, 9 Eylül Pazartesi günü önce Mine hanıma, ardından Meral hanıma gittik, bundan sonrasını konuşmak için.

İki görüşme de hiç beklediğimiz gibi geçmedi, çünkü EEG temiz çıkmasına rağmen, iki doktor da gider gitmez ilacı yazdılar, oysaki biz EEG (Allah korusun) temiz çıkmazsa ilaca başlayacağımıza inandırmıştık kendimizi, oysa 2 doktorda en azından 1 yıl koruyucu ilaç tedavisinin gerekli olduğunu söylediler.

Şöyle ki; aslında ateşli havale bir şey yapmazmış (onların korktuğu ateşsiz havale) ama yeter ki 10 dakikanın üzerinde sürmesin, ama havale başlayınca kaç dakika süreceği bilinmiyor ki. Nitekim Zeyno’nun son havalesi 8,5 dakika sürdü. Ateşli havalenin 10 dakikanın üzerinde sürme ihtimali %10muş.

İlacı vermek istiyorlar; çünkü;

·        2-3 yaş ateşli havalelerin top yaptığı dönemmiş, özellikle daha önceden havale geçmişi olan çocuklarda, herhangi bir sebepten ateşlenmesi durumunda havale geçirme riski %80’nmiş (ama dediğim gibi10 dakikanın üzerinde olmazsa korkulacak bir şey yokmuş), bu yüzde her yıl %20 azalıyormuş, 6 yaşından sonra %20 oluyormuş yani. O yüzde ateşli havale 2-6 yaş arasında görülebilir diyorlarmış. Dolayısıyla Zeyno’nun önümüzdeki 2 yıl herhangi bir sebepten ateşlenmesi durumunda havale geçirme riski %50’nin üzerinde, bu yüzden;

o        Çocuk ateşlendirilmeyecek (keşke mümkün olsa)

o        Ateşi çıkmaya başladığında hemen ilaçla müdahale edilecek (ibufen, calpol, novalgin damla döngüsü)

o        Ateşi olması durumunda , ilk 24 saat anne-baba dönüşümlü nöbet tutacak, uyumayacak, çünkü havale gece de olabilir (Allah’ım en büyük korkum bu!)

Çocukta ateş olduğunda (eğer havale yatkınlığı varsa) ilk 24 saat havale geçirme olasılığı %80’nmiş, ikinci gün %40’a düşermiş, çocukta ateş devam etse bile 3. Günden sonra çocuk havale geçirmezmiş. Dolayısıyla ilk 48 saat çok önemli. İlk 48 saat uyumak yok anne ve babaya, eğer uykuya yenilirim diyorsanız, hastaneye gidip yatış yapacakmışız, onlar gözlemleyeceklermiş.

·        Önümüz kış ayları diyor 2 doktor da, hastalıkların en sık yaşandığı zamanlar. Çocuğu kreşe vermeniz bir dert (ki biz alabiliriz dedik), çocuk evde olsa bile sizden mikrop alabilir diyorlar. Yani kreş hastalık riskini daha da artırıyor tabi (ama bir yandan da sosyalleşmesi için çok önemli) (kreş mevcudu böyle 2-4 çocuk kaldığı sürece devam edeceğiz sanırım)

·        2-3 yaşta hala dişler tamamlanmamış oluyor, bu yüzden daha çıkacak dişler var, her diş, ateş demek, ateş demek, düşman demek!

·        Çocukta imuni sistemi (yani bağışıklık sistemi) 3 yaşından sonra bir yetişkin gibi oluyormuş. 2 yaşta hala bebekmiş ve koruyucu sistem henüz tam olarak gelişmediği için kolay hastalanıyorlarmış.

Bu sebeplerle, doktorlar ilaca başlamak istiyorlar. 1 yıl koruyucu tedavi amaçlı verelim diyorlar. İlaç alan çocuk havale geçirmiyor mu?

Ne yazık ki ilaç havaleyi %100 önlemiyormuş.

·        Epilepsi ilacı alan çocuk %80 havale geçirmezmiş.

·        %20 geçirebilirmiş. Ama geçirse bile %100, 10 dakikanın altında sürermiş.

Peki ilacı versek ne olur?

İlacın yan etkileri ne yazık ki ağır. Piyasa da çok çeşitli ilaçlar var, yan etkileri birbirinden farklı. Depakin (veya tadı daha güzel olan convulex) yan etkileri en az olanlar. Ama korkutucu bir tane yan etkileri var, o da Karaciğer! Dolayısıyla bu ilacı alan çocuklar 2 ayda 1 defa kan veriyorlar ve karaciğer enzimleri kontrol ediliyor, eğer değerlerde herhangi bir yükselme varsa, ilaç hemen bırakılıyor ve yerine yan etkileri başka olan başka bir ilaç başlanıyor.  Epilepsi ilaçlarında az veya çok görülebilen yan etkiler şunlar (bunlar hem prospektüste yazıyor, hem doktorlar söylüyor, hem de ben yaşayan 5 ayrı anneden dinledim)

·        Depakin ve Convulex’in Karaciğer üzerinde ki etkisi, ihmale gelmeyecek kadar önemli. Bizim doktorlar 2 ayda 1 defa kan istiyor, ama Avrupalılar bu ilacın kullanılması durumunda her ay kan değerlerini kontrol ediyorlarmış.

·        İlaçlar, algıda noksanlığa, öğrenme de zorluğa yol açabiliyor (depakin ve convulex diğerlerinden daha az)

·        İlaçlar, çocukta durgunluk yapabiliyor (depakin ve convulex diğerlerinden daha az), ilacı içtikten sonra uyuma isteği, kafasını yastıktan kaldıramama durumu

·        Obezite riski (kullanan çocukların %70’inde aşırı kilo alımı görülüyor).

·        Aşırı kilo verme riski (bazı çocuklarda obezitenin tersine iştah tamamen kapanıyormuş).

Şimdi bütün bunları üst üste koyunca, çocuk nörologlarına bizim gitme sebebimiz, çocuğumuz havale geçirmesi ve bizim bunu engellemek istememiz, dolayısıyla yukarıda yer alan sebeplerin hepsini üst üste koyunca, 2 doktor da daha biz odaya girer girmez, önce reçeteyi yazdı elimize verdi, sonra vermezsek ne olur bunları konuştu.

Onların görüşü ilacı kullanmamızdan yana (sonuçta onlar bu yan etkileri biliyor ama hiçbiri onlar için beynin görebileceği zarardan daha önemli değil), ama kararı siz vereceksiniz diyorlar (yani kullanmazsak ve Allah korusun 2 ay sonra çocuğa bir şey olursa, bu riski almak istemiyorlar).  

Kafamız gerçekten Allak bullak, sonuçta;

·        Allah’ımıza bin şükür bizim çocuğumuz Epilepsi değil, ama ne yazık ki havale geçiriyor (4’ü ateşli, biri komplex),  

·        İlaç koruyucu tedavi amaçlı, ama yan etkileri ne yazık ki çok ağır (ve bunlar sadece prospektüs bilgisi değil, ilacı kullanan ve yaşayan insanlar anlatıyor, kaldı ki nörologlar da evet doğru diyor).

·        İlaci vermezsek, çocuğun ateş durumunda havale geçirme olasılığı ne yazık ki çok yüksek, ve bu havalenin 10 dakikanın üzerinde sürme ihtimali (%10). Bu başımıza gelebilecek en kötü şey, çünkü dönüşü yok, Allah korusun.

Ama aslında yeşil reçeteyle elimizde Diazepam fitil mevcut, Zeynep eğer havale geçirirse, bu havale 3 dakikanın üzerinde sürerse ve biz 10 dakika içinde onu oksijene bağlayabileceğimiz bir sağlık merkezine yetişemeyecek durumda olursak, makattan bu fitili vermemiz gerekiyor, bu durumda çocuk hemen açılıyor (bu fitil Zeyno’ya 1 kere uygulandı Almanya’da hastanede, ne kadar hızlı kendine geldiğini gözlerimizle gördük), ama Diazepam her an yanımızda olmayabilir (ne yazık ki) ve ayrıca onun da başka yan etkileri olabilir (zaten 6 yaşından küçüklere  zorunlu olunmadıkça uygulanması istenmiyor, çünkü konuşma bozukluğu gibi kalıcı etkileri olabiliyor).

İlaç konusunda Mine hanım hemen başlamamız gerektiğini söyledi, yaz başında bırakırız dedi, ama Meral hoca bizi çok vesveseli gördüğü için isterseniz bir kez daha şans verin, bir kez daha bekleyin dedi. Çünkü istatistiklere göre;

·        ateşli havale 6 ay içinde 3 kereden fazla olursa (Zeyno’da 14-15-16. Aylarında 3 kere oldu, sonra 7 ay olmadı 23 aylıkken bir kez daha oldu)  

·        ateşsiz havale 6 ay içinde 2 kereden fazla olursa (Zeyno’nun 5. Havalesini ateşsiz sayalım diye söyledi Meral hoca)

Bu durumda riski kendiniz alıyorsanız, bir kez daha bekleyin dedi, eğer bir kez daha geçirirse ilaca başlarsınız dedi. Belki de olmaz bir daha diyor, ama olursa da havale geçirirse veya ateşlenirse ne yapmamız gerektiği konusunda artık master derecesine sahibiz ne yazık ki.

Önümüzdeki hafta rutin kontrolümüz için doktorumuz Zekai beye gideceğiz (aslında kontrolümüz bu haftaydı ama bir kaza geçirdi kendisi). Zekai bey ile konuşup artık kesin kararımızı vereceğiz. Eğer ilaca başlamayalım dersek, Zeyno’yu gözümüzden bile sakınacağımız bir yıl geçirmemiz gerekiyor, tüm kreşteki öğretmenlerini ve ona bakan herkesi konuyla ilgili tek tek bilinçlendireceğiz (hatta gerekirse kreşten alacağız) veya yan etkilerine rağmen riske girmeyip ilaç tedavisine başlayacağız.

Bakalım… zor bir karar, uykusuz geceler yine bizi bekliyor…

 



1 Eylül 2013 Pazar

duyduk duymadık demeyin, Tosun 2 yaşındaaaaa

Tosun 2 yaşına gireli 1 ayı geçti, ama önce ramazan,sonra tatiller, sonra Zeynoşun doğumgünü derken, Efe'nin kutlaması 31 Ağustos'a kaldı... Dudu teyze, gezdi dolaştı, en güzel yeri seçti kutlamalar için, Nezahat Gökyiğit Botanik Bahçesi, ama kızcağız ne bilsin, 31 Ağustos günü, sağnak şeklinde yağmur yağacağını, Allah'tan çardak vardı da, tamamen iptal etmedik doğumgününü, iç mekana taşıdık...

Sevgili oğlum Efe, hamileliğim 8. ayında, apar topar gelmeye karar verdiğin gün, az daha panikten ben de doğuruyordum... Boğaz köprüsünün üzerinde aldık doğduğun haberini, yetişemedik bile aceleciliğin yüzünden doğumuna...

"Herkes beni seviyor, ben de Zeynep'i", t-shirtünle Zeyno'nun doğduğu gün keşfettin gönlünü... 1 numaralı damat listesine yazdırdın adını...

İyi ki doğdun "aggummm Efe", iyi ki dudu ve altan'ın oğlu, bizim de paşamız oldun :)



Bora ve Zeyno ne mi yapıyor? 
1) dans ediyorlar
2) Bora, Zeyno'yu boğuyor
3) Bora, Zeyno'yu öpmeye çalışıyor
Cevap: hepsi olabilir ya da hiçbiri :)

Güner teyze ve Dudu döktürmüştü yine, ben de klasikleşen çikolatalı toplarım ve ıspanaklı pizza ile eşlik ettim güne :)

Efe'yi tanımlayan en doğru şey, "Aptamil", o yüzden pastası da "aptamil" şeklindeydi, çok ama çok lezzetliydi...


Uzun arayışlardan sonra Efe'ye çok bağırmayan bir uzaktan kumandalı araba buldum, ama yine de ilk deneme başarısız oldu :( , kutusundan çıkan arabayı Efe, içeri içeri çığlıkları ile geri kutusuna sokturdu :(


Efe'den sonra pasta üfleme sırası, Bora ve Zeyno'ya geldi tabi :) mumlar tekrar yakıldı, pasta tükürükler içinde bırakılana kadar üflendi :)



İçerisi dar geldi kuzulara, kendilerini bahçeye attılar yine...

Günün sürprizi Cem dayı oldu...




Güzel anne-kız, Allah sizi ayırmasın :) 

içeride bir poz çektirmeyi akıl edemediğimizi fark edince arabaya giderken çektirelim dedik, o koca bahçede arkamızda bu koca binaların görülebileceği tek yer burasıydı galiba :)


eve gelip, gelen tüm hediyeleri dağıtmaca, ve Efe'nin oyuncakları ile oynamaca günün en güzel anlarıydı yine :)



güzel oğlum Efe, yüzünden gülücüklerin eksik olmadığı, uzun ve sağlıklı bir ömrün olur umarım...

Koç müzesinden Zeyno ve Bora geçti...


30 Ağustos tatilinde İstanbul'daydık, ne yapsak diye düşünürken internette Koç müzesinde tarihi römorklu Liman II'nın Haliç'e indirileceğini okuduk, Liman II bahane, Koç müzesi şahane düşüncesiyle, gitmeye karar verdik... 

Şansımıza hava çok güzeldi, ne üşüttü, ne terletti bizi... Zeyno'nun 3. Koç müzesi ziyareti oldu, bence hem büyükler hem çocuklar için gerçekten olağanüstü bir yer burası... Bora ve Zeyno, bir dakika bile sıkılmadan süper bir gün geçirdiler... Artık babası, Zeyno biraz da büyümeye başladığı için ona müzenin kurallarını anlattı, mesela "milyon dolarlık antika arabalarının içine girmeye çalışmayacaksın!", ama Zeyno kuralları dinleme konusunda yine de çok istekli değildi... Neyseki abilerden biraz korktu da, bizi peşinde çok koşturmadan ayrıldı antika araba bölümünden... Ama atların olduğu alanı terk etmemiz epey bir zaman aldı doğrusu :)


arabada yan yana oturdu kuzular... 
süt bitirmeye yarışması bile yaptılar :) (çocuk çocukla büyüyor, bu laf kesinlikle doğru)


Müzenin girişinde dalgıçlar karşıladı bizi... Zeyno ve Bora daha o dakika etkilendiler... Zeyno, perker perker diye çağırdı adamları (berker amcası dalıyor ya) :)
Önce biraz teknoloji atolyesinde ders mahiyetinde İlker'i dinlediler... Elektrikli aletlerin nasıl çalıştığını gördüler... Tecrübeli Zeyno, Bora'ya düğmelere nasıl basılacağını öğretti. Bora, çelik ve çeliknaz'ın yanına gelmek istemediği için Zeyno tek başına poz verdi :)


Çocuk atolyesinde, neredeyse 1 saat kendilerini kaybettiler... birlikte değil, paralel oyunu seçtiler. Zeyno kaçtı Bora kovaladı, Bora kaçtı Zeyno kovaladı... eee tabi zaman zaman kavgalar da çıktı :)

 atolyenin en güzel kısmı, köpükten balon yapan bu bölümdü, buradan çıkmak istemediler, bir Zeyno patlattı balonu...
bir Bora...
hep birlikte gemi yapım atolyesini de, eski bir filikayı da gezdik...

1936 model Austin ne çekti bu Zeyno'nun elinden :)



park bölümünü özellikle uyku sonrasına ve hatta günün en sonuna bıraktık, çünkü buradan çıkmak istemeyeceklerini biliyorduk :)
bahçede en az 5 tane plastik ev var, ama aynı evin içinde oynayıp durdular... eee tabi biraz da kavga edip :)

daha önce atlı karıncadan korkmuştu Zeyno, ona binmek istememişti, bu sefer ise favorisi atlar oldu. resmen inmek istemedi...


ehhhh bu da benden son poz olsun... :)